Sayfalar

3 Temmuz 2010 Cumartesi

OSMANLI DEVLETİ’NDE TARİHÇİLİK ANLAYIŞI

Osmanlı Devletinde Tarihçilik

13. yüzyılın sonlarında Anadolu’nun kuzeybatısında kurulan Osmanlı beyliği’nin dili Anadolu Selçuklu Devleti’nin aksine tamamıyla sade idi. Ama devlet büyüdükçe dil de yavaş yavaş Arapça ve Farsçadan kelimler alarak zenginleşmiştir. Buna paralel olarak kuruluş döneminde tarihçiliğin tam bir kronolojik tarih yazmaktan ziyade, okuyanları eğlendirmeye ve eğitime yönelik olduğu görülmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti devrinde sultanların ve Türkmen Beylerinin saraylarında tarih-hanlar ve menkıbeler okuyan halk şairleri mevcuttu. Osmanlılarda bu geleneği devam ettirmişlerdir. Gazavatname formundaki tarihi eserlerin tahtan çekilen sultanın gururunu okşamak ve edebi zevkini tatmin etmek için yüksek sesle okumak için yazıldığı görülür.

Germiyanoğulları Osmanlı topraklarına ilhak edilince Germiyanoğullarındaki devlet adamları ve âlimler de Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmiştir. İşte ilk Osmanlı tarihçisi olarak nitelendirilen Şair Ahmedî de bu esnada 1. Beyazıd’ın oğlu Süleyman Çelebi’nin maiyetine katıldı. Şair Ahmedî’nin Süleyman Şah için hazırladığı İskendernâmesi’nin sonuna eklediği “Dâsitân-ı Tevârih-i Âl-i Osman” en eski Osmanlı tarihidir. Eseri daha sonraki Osmanlı tarihçilerine örnek teşkil etmiştir.

14. yüzyılda Ahmedî’nin eserinin dışında Hz. Adem’den itibaren peygamberlerin ve halifelerin listelerini kapsayan bir girişle başlayan Selçuklu, Osmanlı ve Karamanlı soylarına ait önemli olayların kayıt edildiği tarihi takvimlerin de düzenlendiği görülmektedir. Genel olarak Osmanlı Devleti’nin kurulduğu bu asırda Anadolu tarihi hakkında İslam kaynakları yetersizdir. Anadolu’da yazılmış olan kaynaklardan en önemlileri ise Mahmud b. Muhammed Aksarayi’nin Musamarât al Ahbâr’ı, Niğdeli Kadı Ahmed’in Al Valad-al Şafik’i ve Astarabadlı aziz b. Ardaşir’in Bezm-ü Rezm adlı eseridir .

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu anlatan eserlerin büyük bir kısmı olayların anlatıldığı devirleri yaşamamış kişiler tarafından kulaktan kulağa duyulanların yazılmasıyla meydana gelmiştir. Yahşi Fakih menakıbnâmesi bunlardan biridir ve kendisinden sonra gelen birçok yazarın eserlerine kaynak olmuştur. Bu eserlerden birisi de Âşık Paşazade’nin Tevârih-i Âl-i Osman’dır. Bu eser menakıb üslubuyla kaleme alınmış olup halkın ve askerlerin psikolojisini yansıtmaktadır. Âşık Paşazade tarihi tertip ve üslup yönünden nesir tarzında kaleme alınmış olmasına rağmen verdiği bilgiler yönünden Osmanlı tarihinin en kıymetli tarihi kaynakları içersinde yer alır. Âşık Paşazade kronik bir şekilde tarih yazmaktan ziyade okuyanlarını dinleyenlerini eğlendirmek ve eğitmek olduğu görülür.

1. ve 2. Murat zamanında Türkçe tarih yazıcılığındaki üstünlüğünü devam ettirmiştir. Anadolu’da daha önce Arapça ve Farsça yazılan eserler Türkçeye çevrilmiştir. Nitekim bu suretle de 1424’ten itibaren Osmanlı tarih yazıcılığı ortaya çıkmıştır. Bunun ilk örneği de Yazıcıoğlu Ali’nin “El- Avâmirü’l Alâiyye fi’l



Umûri’l Alâiyye”dir. Bu eser sonradan tarih yazan herkese kaynaklık edecektir. Fakat Timur’un Ankara Savaşı’yla Osmanlı
devletini yenilgiye uğratması ve ülkeyi yağmalaması her alanda olduğu gibi tarihçilik alanında da bir duraklamaya sebep olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Rönesans’ını yaşamış her alanda olduğu gibi tarihçilik alanında da yeni yapılanmalar meydana gelmiştir. Bu devirde eski eserlerin tercümelerinin yanı sıra Fatih ve İstanbul’un fethiyle ilgili birçok yeni eser kaleme alınmıştır. Tursun Bey’in “Tarih-i Ebu’l Feth”i, Ebu’l Hayr’ın “Fetihnamesi” ve ayrıca birçok anonim eser hep bu devirde meydana gelmiştir. Yine Fatih devrinde Oruç b. Adil tarafından şimdiye kadar bilinen en eski mensur Osmanlı tarihi yazılmıştır. Fatih devrinin önemli simalarından olan Karamani Mehmed Paşa Osmanlı tarihi üzerine Arapça olarak iki kısımdan oluşan bir risale yazmıştır.

Kuruluş devri Osmanlı tarihçiliğine genel olarak bakıldığı zaman tarihçiliğin bir takım sorulara cevap bulmak amacıyla başladığı ve ayrıca kuruluş ve ilk yıllara dair haberler ihtiva eden eserler olduğu görülür. Bununla birlikte kuruluş devri hakkında bilgiler ihtiva eden eserlere bakılınca bunların o devirde değil daha sonra yaklaşık yüz yıl sonra yazılmış olduğu görülüyor. Genel olarak 15. yüzyıldan önceki Osmanlı tarih yazıcılığı, basit tasvir şeklinde olup “Neden”i arama ihtiyacı bu yüzyılın sonuna kadar görülmez ilk zamanlar yazılan eserler birbiriyle alakası olmayan destansı ya da acemice yazılan eserlerdir.

2.Beyazıd devri’yse Osmanlı tarih yazıcılığında yeni bir çağın başlangıcıdır. Bazı tarihçilere Osmanlı tarihi yazımı görevini vermiştir. Bunlardan ilki İdris-i Bitlisi başlangıçtan 2. Beyazıd Dönemi’ne kadar olan olayları kapsayan “Heşt Behişt” adlı eserini iki buçuk yılda tamamlayarak padişahın emrini yerine getirmiştir. Bitlisi’ye kadar Türkçe hâkimken bu devirden sonra İran tarihçiliği hâkim olmuş ve yeniden Farsça tarihler yazılmaya başlanmıştır

2. Beyazıd daha sonra halkın anlayabileceği şekilde sade bir dille ifade edilen bir eser yazılmasını istemiştir. Kemal Paşazade 2. Beyazıd’ın emrini yerine getirmek için sürekli olarak seyahat etmiş ve “Tevârih-i Âl-i Osman” adlı eserini Türkçe olarak yazmıştır. Bu eser ilk büyük Osmanlı tarihi olarak kabul edilir. Bu eser Osmanlı tarihçiliğinin kaynak sorunu hakkında da önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Ayrıca Kemal Paşazade Osmanlı tarihini genel Türk tarihi içerisinde gören ilk Osmanlı tarihçisidir.

16. yüzyılda Tevârih-i Âl-i Osman yazmak moda haline gelmiş ve sadece tarihçiler değil edebiyatla, İslami bilimlerle, coğrafya ile hatta bazen tıpla bile meşgul olan çok yönlü insanlar Osmanlı tarihi yazmışlardır. Ayrıca bazı devlet adamlarının da Osmanlı tarihi yazdığını görüyoruz.

16. yüzyılda Mısır ve Suriye’nin fethinden sonra yavaş yavaş Arap tarihçiliği Osmanlı ülkesine girmiştir. Mısır ve Arap tarihçiliğinin etkisine giren Osmanlı yazarlar Salimnameler yazmaya başlamışlardır. Salimnameler genelde Türkçe, Arapça ve Farsça olarak kaleme alınmıştır.






16. yüzyıl Osmanlı tarih yazıcılığı içerisindeki önemli bir bölüm de ulemadan kimselerin hayatını anlatan eserler olan Tercüme-i Haller’dir. Bu eserlerde âlimlerin kimin yanında ders gördükleri kesinleştirilmeye çalışılıyordu. Buradaki amaç ilmi bilginin kesintisiz nesilden nesile aktarılmasını sağlamaktır. Genelde içerik bell bir kalıba göre hazırlanmakta, söz konusu kişinin birlikte çalıştığı hocalar, yaptığı görevler, eserleri ve son günleri hakkında bilgi verilmekteydi. Osmanlı topraklarında yazılmış ilk örneği, Sehi Bey’in Tezkire’sidir.

17. yüzyıl Osmanlı tarih yazıcılığı deyince akla ilk önce Kâtip Çelebi gelir. Hacı Kalfa olarak tanınan Kâtip Çelebi; Fezleke, Cihan-nüma ve Keşfü’z zunun adlı eserleriyle 17. yüzyıla damgasını vurmuştur. Kâtip Çelebi; Avrupa ile Osmanlı dünyası arasında bilimde meydana gelen açığı fark eden Müslüman entelektüelidir.

Tarihin önemini Arapça Fezlekesi’nin başında belirtirken kendisinden önceki tarihçilerden nakillerle bulunarak onların bu husustaki fikirlerine de yer vermiştir. Tarihin konusunu anlatırken de bunun; peygamberlerden, evliyadan, ölümlerden şairlerden, hükümdarlardan vs. den gelip geçmiş kişilerden bahsetmek olduğunu belirtir. Kâtip Çelebi eserlerinde uzun bir hazırlık devresinden sonra bol malzemeye ve mükemmel örneklere dayanarak üstün zekâsıyla olayları tahlil etmiştir.

17. yüzyıldaki bir başka Osmanlı tarih yazarı da İbrahim Peçuylu’dur (Peçevi). Peçevi Tarihi 926–1049/ 1520–1640 yılları arası için Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarındandır. Peçevi eserinde kendisinden önceki olayları; çeşitli kaynaklara, eski gazilerin ve devlet adamlarının hatıralarına dayanarak yazmıştır. 3.Mehmet’in tahta çıkışından itibaren ise bizzat hadiselere şahit olmuştur. Peçevi Macar tarihinden de yararlanmıştır. Bu bakımdan yabancı kaynaklara da bakan ilk Osmanlı tarihçisi olması gerekmektedir. İbrahim Peçevi’den sonra gelen Kâtip Çelebi ve Evliya Çelebi onun eserlerinden yararlanmıştır. İbrahim Peçevi tarihinde bazı fıkraları kaydetmiş, matbaanın icadından Osmanlı ülkesine kahve ve tütünün girmesinden, Atilla ve İskitlerden bahsetmiştir.

16. ve 17. yüzyıl Osmanlı tarih yazıcılığında rivayetçi tarih yaklaşımının en belirgin dönemidir. Özellikle 17. yüzyılın tarihçileri çöküş dönemi tarihçileridir.

18. yüzyılda Osmanlı tarih yazıcılığında vak’anüvislik ortaya çıkmıştır. Vak’anüvis Osmanlı merkez teşkilatında vazifeli devlet tarihçisine verilen unvandır. Vak’anüvisler kendilerinden önce yazılanların telifine memur edilmişlerdir.18. yüzyıldan önce Vak’anüvislik yerine Şayhnâmenüvislik denilen bir memuriyet bulunmaktaydı.

19. yüzyılda ilim ve tekniğin gelişmesi sonucunda Batı’da belirmeye başlayan Osmanlı’da henüz emekleme çağında olan araştırmacı ve neden- nasılcı tarihçilik, ancak Kemal Atatürk tarafından Türkiye’ye getirilecektir. Ancak yine de 19. yüzyıl Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli devridir. Bu yüzyılda Osmanlı tarih yazıcılığında vak’anüvis tarihleri, sefernâmeler, özel tarihler ve nümizmatik çalışmalarının yanı sıra sadece bu asra özel olmak üzere “Salname” adı verilen yeni bir tarih kaynağı ortaya çıkacaktır. Daha sonra “Nevsal” adını almış olan bu kaynaklar bir nevi şuan ki yıllıklar gibidir. İlk resmi Salname 1847 yılında Hayrullah Efendi, Ahmet Vefik Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa’nın ortak çalışması sonrasında yayınlanmıştır.




Osmanlı tarih yazıcılığının en önemli kaynaklarından biri de seyahatnamelerdir. Seyyah deyince de şüphesiz akla Evliya Çelebi gelmektedir. 10 ciltlik Seyahatname’nin yazarıdır. Gezip gördüğü yerleri dolaştığı ülkeleri, şahit olduğu vakaları canlı birer tablo gibi tasvir etmiş ve usta kalemiyle tarihi olaylara adeta hayat vermişlerdir.

Tanzimat hareketleriyle birlikte Osmanlı örgütlerinin tümünde olduğu gibi tarih anlayışında da modernleşme meydana gelir. Bu dönemde tarih anlayışı dini mihverden haneden tarihi anlayışına doğru kaymıştır. Osmanlı hanedanı etrafında cins ve mezhep ayrımı gözetmeksizin bütün Osmanlı haklarını birleştirmeyi de amaç tutan bu tarih anlayışında ülküleştirilmek istenen, Hanedan veya Padişahtır. Tabi ki Padişah aynı zamanda Halife olduğu için Hanedan tarihi yanında dinsel tarih de devam etmiştir. Fakat bu fikir hareketlerinin gelişmesi Osmanlı aydınları arasında, ulusal tarih doğrultusunda bir eğilimin başlamasına neden olacaktır. Bu akım ilk zamanlarda itibar görmemesine rağmen daha sonra Macar oryantalistlerin etkisiyle yavaş yavaş gelişir.

19. yüzyıl sonunda tarihi ideolojisi Türkçülüğün önemli bir aşaması olmuştur. Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Zeki Veli Togan gibi Rusya’dan göç etmiş kişiler Türkçü tarih yazım akımının gelişmesine katkıda bulunacaklar ve hatta Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tarih yazımında önemli bir aşama oluşturacaklardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder